T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI Konya İl Halk Kütüphanesi

SEMÂ VE SEMAZENLER

SEM'A

Mevlevîlik deyince ilk akla gelen semâ, lügatte işitmek manasındadır. Terim olarak, mûsikî nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Hz. Mevlânâ zamanında belli bir nizama bağlı kalmaksızın dini ve tasavvufi bir coşkunluk vesilesiyle icra edilen sema, sonradan Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi zamanından başlayarak Pir Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizama bağlanmış; icrası öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Böylece XV. yüzyılda son şeklini alan Sema Töreni ne daha sonra sadece XVII. yüzyılda Nâ’t- ı Şerif eklenmiştir. Sema, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Yüce Yaratıcı’ ya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “İnsan- ı Kâmil” e doğru yönelişini ifade eder. Mutrıb ve semazenlerin şeyh postunu selâmlayıp, semahanede yerlerini almalarından sonra şeyh efendi semahaneye girer, mutrıb ve semazenleri selâmlayıp posta oturur. Mutrıbdaki saz grubu asıl olarak neylerden oluşur. Bulunduğu takdirde bu heyete rebab, kanun, tambur gibi diğer sazlar da ilâve edilir. Neyzenlerin başında bir neyzenbaşı, âyinhanların başında da kudümzenbaşı vardır. Bütün mukabeleyi kudümzenbaşı yönetir. Âyinhanlar iki veya üç kudümle usul vurarak eseri okurlar. Ayrıca âyinhanlardan biri halîle (zil) ile bir diğeri de zilsiz def (bendir) ile usule iştirak eder.

Sema Töreni, Nâ’t-ı Şerif’le başlar. Nâ’t-ı Şerif kâinatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz. Muhammed’i öven, Hz. Mevlânâ’nın bir şiiridir. XVII. yüzyılda bestekârlarından “Itrî” adıyla tanınan Buhûrîzâde Mustafa Efendi’nin Rast makamından bestelediği bu na’t-i, na’t-hân ayakta ve sazsız okur. Na’t’i, kudüm darpları izler. Bu Yüce Yaratıcı’ nın kâinata “ol” emridir. İslâm inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir. Na’t’den sonra yapılan ney taksimi işte bu ilâhî nefesi temsil eder. Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semazenler, sema’ meydanında sağdan sola doğru dairevi bir yürüyüşe başlarlar. Semâ’ meydanını üç kez dolaşmaktan ibaret olan bu yürüyüşe “Devr-i Veledi” denir. Semahanenin giriş kapısı ile tam karşıdaki kırmızı post arasında var olduğu kabul edilen bir çizgi, semahaneyi iki yarım daireye böler. “Hatt-ı istivâ” denilen bu çizgi, Mevlevilerce kutsal sayılır ve asla üzerine basılmaz.

Dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir. Bu, Semazenlerin birbirine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüdür. Şekilde gizli ruhun ruha selamıdır. Semâ meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semazen, Hatt-ı İstivâ ’ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer. Böylece arkasından gelen semazenle karşı karşıya gelir. Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş keserler. Buna “Mukabele” denir. Postun tam karşısında Hatt-ı İstivâ’nın sema meydanını kestiği noktaya gelen derviş burada da baş keser ve Hatt-ı İstivâ’ ya basmadan yürüyüşüne devam eder. Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devr-i Veledi tamamlanır. Bu devirler, şeyh denilen manevi terbiyecinin rehberliğinde Mutlak Hakikat’ i “İlm-el Yakîn” olarak bilişi, “Ayn-el Yakîn” olarak görüşü, “Hakk-al Yakîn” olarak da O’na erişi sembolize eder. Kudümzenbaşının Devr-i Veledî’nin bittiğini ikaz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve ayin çalınmaya başlar.  Semazen üstündeki siyah hırkayı çıkararak, sembolik olarak, hakikate doğar kollarını bağlayarak bir rakamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder. Semazenler tek tek şeyh efendinin elini öperek izin alır ve Sema’ya başlarlar.

Sema, her birine “selâm” adı verilen dört bölümden oluşur ve semazenbaşı tarafından idare edilir. Semazenbaşı, semazenlerin dönüşlerini kontrol ederek intizamı temin eder.

I. Selam, insanın kendi kulluğunu idrak etmesidir.

II. Selam, Allah’ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymayı ifade eder.

III. Selam bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesidir.

IV. Selam ise insanın yaratılıştaki vazifesine yani kulluğa dönüşüdür. Çünkü İslâm’ da en yüce makam, kulluktur.

IV. Selam’ın başlaması ile “postnişin” yani şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan sema’ a girer. Postundan sema’ meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna “Post Semâ’ı” denir. Bu arada IV. Selam bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürük Semai çalınmış, son taksim yapılmaktadır. Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim de sona erer ve Kur’an-ı Kerîm’den bir bölüm yani “Aşr-ı Şerif” okunur. Son dualar, Allah’ın adı olan “Hû” nidâları ile son selamlaşmalarla Semâ’ Töreni sona erer. Şeyh Efendi’den sonra semazenler ve mutrıp da şeyh postunu selâmlayıp semahaneyi terk ederler.


Sema’ eden canlara Semazen denilmiştir. Mevlevilikte dönmek tabiri yoktur. Mevleviler Sema’ eder. Her tarikatın zikir ederken (Allah’ı anarken) kendilerine özgü bürhanları vardır. Mevleviliğin de bürhanı Sema’ dır.

Mevlevilik, Mevlânâ Celâlettin Rumi adına, oğlu Sultan Veled tarafından kurulan tarikatın adıdır. Mevlânâ Celâlettin Rumi (1207-1274) dostlarının katıldığı özel toplantılar düzenler, tasavvufi ve dini sohbetler yapar, şiir söyler, zikrederek sema ederdi. Zamanla bir tören niteliği kazanan bu toplantılar belli kurallara, belli görüş ve düşünce ilkelerine bağlandı. Toplantılarda ney, kudüm ve benzeri çalgıların çalındığı zikirler, törenler daha derli toplu ve ölçülü yapılmaya başlandı. Kısa bir süre içinde geniş bir alana yayılan, halk ve özellikle çağın aydınları arasında büyük bir ilgi uyandıran bu toplantılara katılanların sayısı arttı. İran, Arabistan ve Anadolu’nun birçok yerinden gelerek toplantılara katılanlar, katılmak isteyenler, Mevlânâ’ya karşı derin bir sevgi ve saygı duyanlar oldu. Zamanla bu özel toplantılar sınırlandırıldı: belli kurallara, düzenli törenlere bağlandı. Mevlânâ’nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled, aynı yoldan giderek, babasının düzenlediği toplantılara ve bunlarda yapılan sema, zikir ve benzeri törenlere, bir tarikat niteliği kazandırdı. Törenlere katılmak, toplantılarda bulunmak, sema meclisine ve zikre girmek için birtakım değişmez ve Mevleviler arasında yaygın olan kurallar koydu. Zamanla bunlara resmi bir nitelik kazandırdı. Mevlânâ’nın oturduğu yeri (sonradan tekke adını aldı) genişletti. Bu toplantılar, önceleri yalnız Konya’da yapılıyordu. Mevlânâ’nın görüşlerini, düşüncelerini benimseyenlerin sayısı çoğalınca, merkez olan Konya tekkesinin izniyle başka illerde de tekkeler, Mevlevihaneler açılması için izin çıktı. Zamanla Anadolu’da olduğu gibi, komşu İslam ülkelerinin birçok ilinde Mevlevihaneler, tekkeler açıldı.

Mevlevilik, Sünni tarikatlar arasında en yaygınlarından biri oldu. Mevlânâ ve oğullarının sağlığında dostluğunu kazanan bazı yakınlarının gömüldüğü Konya Mevlevihane’si, Kubbei Hadre (veya hazret) [Yeşilkubbe] diye anılan türbe, tarikatın merkezi ve kutsal makamı olarak benimsendi, saygı ve sevgi gördü.


MEVLEVİLİĞİN ÖZÜ VE ANLAMI

Sünni tarikatların en büyüklerinden biri sayılan Mevlevilik, Tanrı ile evrenin birliği görüşüne dayanır. Tanrı, yarattığı evrende görünüş (tecelli) alanına çıkar. Evrende var olmak, Tanrı’nın bir görünüşüdür. Gerçek varlık Tanrı’dır. Her şey Tanrı’dan gelir, sonunda gene Tanrı’ya dönecektir. Tanrı, bir bütünlük içinde evreni kuşatır. Tanrı’dan başka varlık yoktur. Mevleviliğin benimsediği ve Mevlânâ’nın eserlerinde dile gelen bu anlayış, yeni değildir; varlık birliği (vahdeti Vücut) görüşüne dayanır. İnsanda, ruh denen, tanrısal bir öz vardır. Evren yaratıldıktan sonra bu öz, insan varlığının ortaya çıkışı sonucu, bedene girdi. Öz yurdundan, tanrısal ülkeden ayrıldı. Şimdi, geldiği yere kavuşmanın derin özlemi içinde çırpınır durur. Ruh, insan varlığının en yüce özüdür. İnsana insanlık değeri kazandıran bir cevherdir. İnsanı gerçeğe ulaştıran, tanrısal özün sırlarına erdiren, akıl değil aşktır. Aşk, insanın özünde, Tanrı’ya karşı duyulan en derin bir özlem niteliğini taşır. Aşkın özünde dile gelen, sezgidir. Aşk ile sezgi birbirini bütünleyen iki manevi güçtür. Onlar birbirinden ayrılmaz, biri ötekini gerekli kılar. Sezgi ile aşk, insan ruhunun kavrayış, anlayış gücüdür; bilme, öğrenme yeteneğidir. İnsan, yalnız aşk ile olgunlaşır, gerçekleri, tanrısal sırları kavrayabilecek olgunluğa (kemale) ulaşır. Bütün yaratıklar, gök katları (felekler) bu aşk ile dönerler (sema ederler), kendi dillerince (hal diliyle) Tanrı’yı anarlar (zikrederler). Tanrı, sürekli yaratış eylemi içinde olan, daima kendini yenileyen, bütün varlık evrenini bir yüce bütünlük içinde kuşatan som iradedir, som sevgidir, nurdur. Her türlü tanımın, açıklamanın, anlatımın üstündedir. Onun varlığı, insan aklının sınırlarını, kavrayış yeteneklerini aşar. İnsan, gönlünü aşk ile, Tanrı sevgisi ile doldurursa, Tanrı’yı gönlünde duyar, gönül gözüyle görür, gönül diliyle konuşur. Tanrı aşkı insanın içine dolunca, insan, Tanrı’dan başka bir varlık görmez olur. Her an kendinin Tanrı katında olduğunu, her anının, her yanının Tanrı ile dolduğunu sezer, gönlünde duyar. İnsan, Tanrı’nın dile geldiği, söz ve ses olarak tecelli ettiği bir varlıktır, kelâmullahı nâtıktır. Tanrı’nın, konuşan, söyleyen kelamıdır.

Tanrı, değişik biçimler içinde, ayrı ayrı niteliklerle görünüş alanına çıkar. Bu yüzden insanın evrende gördüğü değişik varlık türleri, renk, ses, uyum (ahenk), düzen, güzellik gibi nitelikler Tanrı’nın görünüşünden başka bir şey değildir. İnsan, aşk ile basamak basamak Tanrı’ya yükselir, belli kemal aşamalarına (mertebelerine) ulaşır. Ulaştığı her aşamada, Tanrı’yı ayrı bir görünüş niteliğinde sezer. Bu bakımdan aşk ile yükselmek, kemal ve irfan sahibi olmak, Tanrı’ya yaklaşmak anlamına gelir. Bütün insanlar, yeryüzünde edindikleri bilgi (aşk ile kazanılan bilgi) derecesine göre Tanrı’yı yansıtan birer varlık oldukları için, insanı sevmek, Tanrı’yı sevmektir. Mevleviliğin sevgiye dayanan insan anlayışı, insana varlık türleri içinde ayrı bir değer ve önem vermesinden dolayıdır. İnsan, evrenin özü (zübdei âlem), varlık bütününün söyleyen dili, gören gözüdür. Mevlevi tarikatına göre, bütün evren ve insan, toprak, ateş, hava ve su gibi dört ana ilkeden kuruludur. Göklerle insanın özü, yapısını kuran ilkeler birdir, eştir. Ancak, felekleri yöneten yasalar ayrıdır. Çünkü onlar, bir bakıma manevi aşamalardır. Yaratılmışlar içinde en yücesi insandır. İnsanın yüceliği, Tanrı’ya yakınlığından, gönlünün bir tanrısal görünüş (tecelli) alanı olmasından ileri gelir. Tanrı, insanı birtakım ilahi özlerle, yüce nitelik ve yeteneklerle donattı. Varlıklar içinde onu yüce kıldı. İşte bunu anlama ve bu yüceliği kavramaya irfan denir. İrfan, aşk ve sezgi ile kazanılır. Gönlünde aşk ateşi, ruhunda Tanrı sevgisi bulunmayan, bunu, derin anlamı kavrayamaz; insanın özünde saklı ilahi sıra eremez. Bu sıra ermenin yolu «aşk ile yanmak, aşk ile pişmektir. Mevleviliğin anladığı aşk, insanın insana karşı duyduğu geçici, beşeri muhabbet değildir, Tanrı’ya duyulan sınırsız, derin ve karşılıksız bağlılığı gerektiren sevgidir, sonsuz coşkunluktur. Mevleviliğin düşünce ve görüş bakımından Yeni Eflatun’ca felsefe akımının dolaylı olarak etkisi altında kaldığı, hem Mevlana’nın hem de onun ardından gelenlerin eserlerinde geçen tasavvuf kavramlarından açıkça anlaşılır. Mesnevi’de. Divanı Kebir’de, Sultan Veled’ in, Ulu Arif Çelebi’nin eserlerinde görülen bütün tasavvuf kavramları Plotinos’ un geliştirdiği Yeni Eflatun’ca felsefe akımının düşünce ürünleridir. İslâm dünyasında dinle musikiyi, dar bir alanda resmi bağdaştıran, ibadette musikiye yer veren ilk tarikat Mevleviliktir denebilir. Ney, kudüm, nısfiye, rebap, daha sonraları tambur ve başka sazlarla dini nitelikte tören düzenleyen, zikreden, sema meclisine giren, ilahiler okuyan, şeriatın katılıklarına yumuşaklık katan Mevleviliktir. Bu niteliği yüzünden Mevlevilik bazı noktalarda şeriatla çatışır. Birçok devlet büyüğü ve sultanın Mevlevi oluşu, tekkelere gidişi, şeriatın, her alanda Mevleviliğe baskı yapmasını önlemiştir.

Mevleviliğin temel ilkeleri, genellikle on iki konuda toplanır:

1. İnsanlığa hizmet etmek;

2. Başkalarına her zaman iyi ve güzel davranışın örneği olmak;

3. Mesnevi okumak ve mutasavvıf olmak;

4. Aklı iyi kullanmak, hikmet sahibi olmak;

5. Dindar olmak;

6. İçini her zaman temiz tutmak;

7. Mevlânâ’yı pir tanımak;

8. Mevlânâ’nın yolundan ayrılmamak;

9. Tanrı’dan, Hz. Muhammed’den sonra Mevlânâ’ya bağlanmak, ona gönülden inanmak;

10. Bilim edinmek, bilgili olmak;

11. Alçakgönüllü, sabırlı, güler yüzlü ve nazik olmak;

12. Maddi ve manevi bakımdan temiz olmak.

Bunlar Mevleviliğin değişmez kurallarıdır. Mevlevi tarikatına giren, çile dolduran herkesin bunlara uyması gereklidir.

Mevlevilikte bir de ayini cemi Mevlevi denen tören vardır. Daha çok geceleri yapılan ve bir sohbet niteliğinde olan bu törene dedelerden başka, tarikata giren muhipler de katılır. Bu töreni, meydancı dede yönetir. Kapının başına şeyhin kırmızı postu konur. Sonra öteki postlar sırayla dizilir. On sekiz şamdan, dokuzarlı iki sıra halinde yerleştirilir. Yatsı namazı kılındıktan sonra meydancı dedenin ayini ceme selâ çağrısı üzerine tören başlar. Neyler çalınır, sema ayinine başlanır. Önceleri bir sanat ve eğitim yeri olan Mevlevi tekkeleri, zamanla bu niteliklerinden uzaklaştı. Tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasını öngören kanunla çalışmalarına son verildi.